Bratislava'nın Puslu Havası

Bratislava’ya dair ilk ilginç tespitim şu ki; burada Avrupa’nın...

Doğu ve Orta Avrupa oldum olası bana ilgi çekici gelmiştir. Nispeten Türkiye’ye de yakın olması sayesinde pek çok farklı bölgesini ve ülkesini gezme şansı bulduğum Orta Avrupa’da beni en çok etkileyen yerlerden biri de Bratislava oldu.

Bir zamanlar Çekoslovakya’nın bir parçası olan ama şimdi Slovakya’nın başkenti konumunda bulunan Bratislava her şeyden önce benim beklediğimden çok daha küçük bir şehir. Tamam, şehrin küçük olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum.

Bratislava yaklaşık olarak İstanbul’un orta halli bir ilçesi büyüklüğünde. Hatta sadece turistler için ilgi çekici olabilecek bölümleri düşündüğünüzde kabaca Ümraniye kadar bir alanı gezdiğinizde şehri bitirmiş oluyorsunuz. Oradayken öğrendiğim kadarıyla Bratislava zaten toplam 5 ilçeden oluşuyormuş. Bir nevi cep başkenti yani...

Bratislava’da Rize çayı

Bratislava’ya dair ilk ilginç tespitim şu ki; burada Avrupa’nın diğer şehirlerinde görmeye alıştığımız kadar fazla Türk yok - ya da ben görmedim - ama Türklere dair çok şey var. Bir kere kafelerin, restoranların bulunduğu meydanlarında, Türk dönercilere rastlayabiliyorsunuz.

Şehri gezerken ilk iş olarak soluğu Türk dönercilerinin yanında aldım. Biraz muhabbet etme fırsatı da bulduk. Hepsinin başka başka hikayeleri var tabi. Çaylarımızı içerken, sohbet ettik. Ben bana Bratislava’yı anlatmalarını istiyordum ama memleket hasretleri ağır bastı Bratislava’nın göbeğinde uzun uzun Türkiye muhabbeti yaptık. Bu arada dönerleri tabi ki şahane. Türk lezzetlerini özlemenize fırsat vermiyorlar anlayacağınız. Eğer sizin de yolunuz düşecek olursa selamımı söyleyebilirsiniz...

Tuna Nehri’nin geçtiği şanslı şehirlerden biri olan Bratislava’da Tuna kıyısında bir yürüyüş yapmanızı öneririm. Bratislava’nın hafif puslu ama tertemiz havasında, manzarayı izlerken unuttuğunuz keskin soğuğundan kaçmak için soluğu bir kafede aldığınızda, menülerde Türk çayını görürseniz şaşırmayın. İşte Bratislava’ya ilişkin bir diğer önemli detay da bu. Adamlar, bildiğimiz Rize turist çayını kullanıyorlar. En azından kullanmaya çalışıyorlar ama ya çay demlemeyi bilmiyorlar, ya da çay kültürleri farklı çünkü bana ikram ettikleri pek içilebilecek bir şey değildi.

Bu sırada Bratislava ile ilgili altını çizmeden geçmememiz gereken diğer önemli bir detay da çevredeki diğer Avrupa şehirlerine göre daha ucuz olduğu.

 

Çeşitli kültürlerin izleri

Pek huyum değildir ama Bratislava’nın sokaklarını gezerken bir şehir rehberi kitapçığı aldım. Kitapçığı incelerken gördüğüm şeylerin çoğu bir kaç adım sonra karşıma çıkıyordu. Küçük bir şehirde gezmenin faydaları. Bu arada şehir küçük olunca görülecek yerlerin çoğu da pek büyük olmuyor haliyle. Örneğin şehir meydanı olarak tabir edilen yer, İstanbul’daki Tophane Çeşmesi’nin kapladığı alan kadar bir yer. Ama bu sırada ulusal tiyatro binası mesela, tam bir mimari şaheser.

Bu şehirden Almanlar, Macarlar, Çekler, Avustralyalılar geçmiş. Yahudiler yaşamış. Bu topraklarda yaşamış olan tüm toplumlar ve dinler, elbette bu şehirde çok önemli izler bırakmış. Yürürken baktığım her köşede, her sokakta, daha önce gezdiğim Avrupa ülkelerinden hatırladığım detaylar oluyor. Çek şehirlerinin sokakları, Almanların yeme içme kültürü, Yahudilerin ekonomi bilincine dair bir şeyler görüyorsunuz sürekli.

 

Old City, the Gold City




Old City diye tabir edilen, şehrin eski eserlerinin, tarihi yapılarının bulunduğu bu kısım, şehrin belki de en güzel yeri olabilir. Burada yürümeye başladığınızda gördüğünüz yapılar ne kadar gösterişliyse, geceleri bu sokakların bir anda Kumkapı havasına bürünmesi de bir o kadar şaşırtıcı.

Old City’nin içerisinde Bratislava Şehir Müzesi’ni göreceksiniz. Eğer vakiniz varsa gezmenizi öneririm. Ortaçağ’dan kalma pek çok ilginç detayı bu müzede bulabilirsiniz. Bu arada müzenin kendisi de kelimenin tam anlamıyla müzelik. 1868 yılında yapılmış olan müze aynı zamanda Bratislava’nın da en eski müzesi.

 






Şehri gezerken muhtemelen gözünüze şehre tepeden bakan büyük beyaz bir yapı çarpacak. Bu ünlü Bratislava Kalesi. Buradan şehri ve Tuna Nehri’ni neredeyse kuşbakışı görmek mümkün. Bratislava Kalesi ve bana özellikle çok ilgi çekici gelen Michael Kapısı’nı görmenizi önerebilirim. Ama asıl sürpriz Michael Kapısı’nın hemen altında yerde göreceğiniz bir dairesel yapı. Bu şehrin sıfır noktası ve üzerinde farklı şehirlerin yönleri ve bu şehirlere olan uzaklıklar yazıyor. Listede tabi ki 1231 kilometre mesafedeki İstanbul da var.

 

Bratislava’yı gezme fırsatı bulan kişilerden alacağınız tavsiyelerden biri olan 1 Slovak Pub, bence de gidip görmeniz gereken bir yer. Old City’i gezdikten sonra, oturup bir şeyler içebileceğim, atıştırabileceğim bir mekan aradım. 1 Slovak Pub, daha önce Bratislava hakkında okuduğum önerilerden aklımda kalmış olmalı. Burada haluşki dedikleri, peynir soslu, makarnaya benzeyen, bir yemek yapılıyor. Çok mu acıkmıştım ya da gerçekten o kadar lezzetli miydi bilmiyorum ama çok beğendiğimi söylemeden edemeyeceğim.

 

 

Kır evi kültürü

Hepimizin bildiği gibi bizde bir “köye gitme” kültürü vardır. İnsanlar Antalya’da yaşıyorsa yazın yaylaya çıkarlar, Marmara’da zeytin toplamaya, Trabzon’da fındığa köye giderler... Bratislava’da da hafta sonları kır evlerine gidiliyor.

Zaten gündüzleri sakin olan şehir, hafta sonları büsbütün ıssızlaşıyor. Bu yüzden bazı sokakların boş kaldığını hatta insan bile geçmediğini görebilirsiniz. Bu şekilde hafta sonu şehirde yürüyüş yaparken, girdiğim ara sokaklardan bazılarının boş olduğunu, bazı dükkanların kapalı olduğunu gördüm. Bir Avrupa başkentinin bu kadar tenha olduğunu görmek benim için ilginç bir deneyim oldu. Siz de bir başkentte kafa dinlemek gibi bir lükse sahip olmak isterseniz Bratislava’yı mutlaka görün. Tuna Nehri’nin büyüsüne kapılacağınızı garanti edebilirim. 

Dünya'yı Gezen Türk