Prag'ın Büyüsü

Daha önce hiçbir seyahatimde kendimi bir masalın içinde gibi...

Daha önce hiçbir seyahatimde kendimi bir masalın içinde gibi hissettiğimi hatırlamıyorum. Fakat Prag’a adımımı attığımda uçuşta uyuşmuş bacaklarım, her dakika daha da ağırlaşan valizim ve hafifçe ürperten hava bir an için aklımdan uçup gitti. Kendimi kısa bir süre için de olsa bir masal dünyasının içerisinde hissettim. Tabi bu çok hızlı ayağa kalktığım için başımın dönmesinden kaynaklı da olabilir…
 

Şaka bir yana Prag gerçek bir masal şehri. Arnavut kaldırımlı sokaklarıyla kitaplarda okuduğumuz kadar romantik ve tarihi, bir o kadar da gotik. İsmini bile sanki bir masaldan almış. Prag’ın bulunduğu bölgeye Çek Cumhuriyetinde Orta Bohemya deniliyor. Bunu duyduğumda aklıma ilk gelen şey Orta Dünya oldu. Her ne kadar Elfler ve cüceler ortalıkta görünmese de, her an bir köşe başından masalsı bir yaratığın çıkacağı hissiyle yürüyordum sokakları.


Otelime yerleşip birazcık kestirdikten sonra kendimi sokaklara attım. Şehri gezerken, bu bölgede bulunan meşhur Vltava Nehri kıyılarında ve nehrin üzerindeki sayısız köprüden Prag’ı izlemeye doyamadım.

 

Yürüdükçe güzelleşen, her açıdan ayrı güzel bir panoraması var bu şehrin. Prag’ın sokakları arasında dolaşırken sürekli karşıma birbirinden farklı ve bana birer çocuk tiyatrosu dekoru izlenimi veren dükkânlarla karşılaştım. Gördüklerimin hemen hepsi sattıklarını kendileri üretiyordu.

Gelmeden önce Prag’ın tarihiyle ilgili biraz araştırma yapmıştım. Oradayken de daha fazlasını dinleme imkânı buldum. Bu romantik şehrin savaşlar ve yıkım arasına sıkışmış oldukça acıklı bir geçmişi var. Hatta şehir yılların acılarını hala sırtında taşıyor gibi görünüyor.

2. Dünya Savaşı’nda hem şehir, hem de insanları büyük zorluklar çekmiş. Ardından bir de ABD Hava Kuvvetleri’nin bombardıman uçakları şehrin üzerinden geçmiş ve böylece şehrin büyük kısmı yerle bir olmuş. Şu anda şehirde nereye baksanız tarihin güzelliklerini görmek mümkün ama bu savaşlarda yıkılan, yitip giden hayatlar ve tarihi de düşünmemek mümkün değil.

 

Prag’da yaşam ve gece hayatı


Çek dilinde Praha, “eşik” anlamına geliyor. Bahsedilen eşiğin tarihe, sanata, kültüre geçişin, kendini gerçekten farklı bir yerde, bambaşka bir diyarda hissetmenin eşiği olduğunu düşünüyorum. Çünkü ertesi gün yine şehrin sokaklarını altını üstüne getirirken şunu fark ettim: Burası diğer Avrupa ülkelerini geçtim, dünyadaki herhangi bir ülkenin bir kentine benziyor olamaz. Ne gezip gördüğüm, ne fotoğraflarına baktığım herhangi bir yere biraz olsun benzemiyor.

Her Avrupa ülkesinin başkenti, hemen hemen birer metropol niteliği taşırken, burada öyle bir şey yok. Prag’da da caz kulüpleri, dans gösterileri, pub’lar ve gece kulüpleri var. Üstelik gece hayatı hafta içi bile gayet hareketli. Tüm bu aktiviteler olmasa şehrin sanki eski bir dönemde donduğunu, bugüne gelemediğini düşünebilirsiniz. Şehrin her yerinde kukla oyunları, şapkacılar, el işi satan, hatta zırh satan dükkanlar var.

Prag’da kaldığım iki akşamdan birinde Blacklight Theatre’a diğerinde de Laterna Magika adlı tiyatro gösterileri sergileyen çok başarılı bir grubu izlemeye gittim. Genellikle İngilizce ve sahne performansı ağırlıklı, özellikle multimedya kullanılarak projeksiyonlarla destekledikleri hayran kaldığım gösterileri Laterna Magika’yı özellikle izlemenizi tavsiye ediyorum.

 

Mucha Müzesi


Efsanelere inanır mısınız bilmem ama gözünüzle gördüğünüze inanırsınız herhalde. Şarkı söyleyen, resim yapan, yani herkes gibi bir çocukluk geçirmiş Moravyalı küçük bir erkek çocuğunun, bir anda farklı bir sanat akımına nefes veren, onu büyüten, tasarımlara yansıtan ve devleştiren, dünyanın sanata yön veren ressamlarından biri olacağına kim inanabilirdi ki? Çek ressam Alphonse Mucha’dan bahsediyorum.



Prag’da gördüğüm yerlerden biri de afişler, posterler, kitap çizimleri, daha sonra mücevher, halı, duvar kâğıdı ve tiyatro setleri için art nouveau (yeni sanat akımı) tasarımlar hazırlayan Mucha’nın eserlerinden oluşan Mucha Müzesi. Bu müzede hangi eserin önünde dursam, hangi tasarıma baksam, hep nasıl bu kadar yetenekli olunabilir diye düşündüm. Ama bu şehirde her şeyin ihtimaller dâhilinde olduğuna, hiçbir şeyin imkansız olmadığına inanmak zor değil. Müzeden ayrılırken soluğu hediyelik eşya dükkânında aldım. Müzede bulunan eserlerin çok başarılı kopyalarını buradan satın almak mümkün.

Satın almak demişken; Prag’a giderken tatil için biriktirdiğiniz Euro’larınızı şehrin para birimi krona çevirmeniz gerekecek. Çünkü şehirde para birimi olarak kron kullanılıyor. Euro’larınızı havaalanında veya şehirde bozdurmayın. Çünkü ben son günlere doğru o gaflete düştüm. Nasıl bir komisyon aldıklarını anladığınızda her şey için çok geç oluyor. Bu yüzden siz siz olun Prag’da harcayacağınız kronlarınızı Türkiye’den ayrılmadan hazırlayın.

 

Prag’da yemek yemek


Benim için gittiğim şehrin yemek kültürü son derece önemli. Ne zaman yeni bir şehre gidecek olsam acaba aç kalır mıyım, yemeklerini sever miyim diye düşünmeden edemem. Prag için de durum farklı olmadı ama neyse ki alışkanlığınız ne olursa olsun Prag’da kendinize göre bir şeyler bulabilirsiniz.

Prag’a gelmişken oraya özgü bir şeyler yemek isterim diyenlere ben özellikle Svickova denilen et yemeğini öneriyorum. Çek Cumhuriyeti’nin en popüler yemeklerinden biri olan Svickova, baharatlı bir tür rosto biftek. Kremalı sosu ile birlikte gerçekten harika bir lezzet.

Tatlı olaraksa Medovník dedikleri tatlıyı mutlaka deneyin derim. Kat kat bir kek ve katların arasında bal ile krema var. Daha ilk bakışta ne kadar lezzetli olduğu anlaşılıyor. Fakat uyarmalıyım yemeye başlayınca kendinizi durdurmanız biraz zor. Ben pek huyum olmamasına rağmen ikinci dilimi de yedim.

Dediğim gibi kendinize uygun yemek seçenekleri bulmak sorun değil ama yemekleri nerede yiyeceğinize dikkat etmenizde fayda var. Eğer şehrin daha turistik bölgelerindeki restoranları tercih edecekseniz ortalamanın yaklaşık 3 katı bir hesap ödemeye hazır olun. Turistik bölgelerden uzaklaştıkça restoranların fiyatları da kademeli olarak azalmaya başlıyor.

Bu uygun restoran arayışım sırasında tabi ki bir Türk restoranı da buldum. Aslında bir kaç tane var. Ağırlıklı olarak tahmin edebileceğiniz gibi kebap ve döner restoranlarına denk geldim. İstanbul Kebap ise aralarında en çok dikkatimi çeken oldu, çünkü logosunda İstanbul Belediyesinin simgesi var. Yemeklerinin de hiç fena olmadığını söylemekte fayda var...

Dünya'yı Gezen Türk